İşte Öyle Bir Şey

29 Kasım 2015 Pazar

İLK YAZI... İLKYAZ... - Ahmet Köksal | Karadeniz Time

Oysa “garadeniz taym ne ya” başlığıyla mizahi bir yazı yazmayı düşünüyordum ilk önce; kendimizi eleştirmeyi öğrenme ve de ‘sansürle imtihanı’ sorgulama adına.

Yine, Türkçe’nin -bugün için çoklukla İngilizce olmak üzere- diğer dillerin saldırısı altında olmasına, öztürkçe tartışmalarına ve diğer ilgili konu başlıklarına girecektim belki de o yazıda. Ve sonra, hâlâ benim için de tartışmalı olan, asıl olan dil midir, yoksa iletişim kurmak mıdır; daha açık ifadeyle dil, yazım ve diğer kuralları ile asıl işlevi olan iletişim kurmanın önüne geçiyor mu, geçebilir mi konusuna…

Ama olmadı; bunların hiçbirisini yazamadım, yazamayacağım.

Daha doğrusu yazmama izin vermedi yaşadığımız bu topraklarda birkaç gündür devam edegelen iklim.

*  *  *

Önce, benim de yirmi yıldır okuru olduğum Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül, gerçek bir demokraside/hukuk devletinde ‘basın özgürlüğü’ kapsamında görülecek bir haber yüzünden tutuklandılar.

Bunun üzerine, ‘basın’ın işlevinden, halkın ‘haber alma özgürlüğü’nden, asıl özgürlüğü kısıtlananın halk olduğundan söz eden bir yazı tasarlamıştım kafamda.

Ve ‘basın’ın, günümüz demokrasilerinde ‘yasama’, ‘yürütme’ ve ‘yargı’nın dışında ‘dördüncü güç’ olarak anıldığını ve kabul edildiğini vurgulayacaktım o yazıda. Tıpkı diğer güçlerin/organların, değişik yöntemler ile (gensoru, meclis araştırması, anayasal ve idari yargı vs.) birbirini denetlemesi gibi basının da bu üç kuvveti halk adına, kamuoyu adına denetleyerek bir dördüncü güç olarak yer aldığını belirtecektim ayrıca.

Ve hatta konuyu bölgeye bağlamak adına, bu süreçte öğrendiğim, Erdem Gül’ün Giresunlu olduğunu ve annesinin tüm ülkede vicdan sahibi insanların yüreğini titreten “Ben çocuklarımı fındık toplayarak büyüttüm.” sözünü ve bu sözün ardındaki idealist babanın öyküsünü anlatacaktım sizlere.

Ama bu da olmadı, olamadı.

*  *  *

Bu yazının kaleme alındığı gün olan 28 Kasım Cumartesi günü, saat henüz öğlen onikiyi göstermemişti ki, Twitter’da önce, Diyarbakır’da saldırı olduğu, yaralıların bulunduğu haberlerini okudum.

Dakikalar sonra sırasıyla; saldırının, Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Tahir Elçi’nin basın açıklaması sırasında gerçekleştirildiği, bir kişinin öldüğü, haber olarak geçiyordu sosyal medyada.

Ve yine dakikalar sonra, öldürülen kişinin Tahir Elçi olduğu haberi geçmiş ve ardından haber kesinleşmişti.

Erdem Gül ve Can Dündar olayında tanık olduğumuz üzere hukuk katledilmişti. Ve gördük ki, katledilme sırası hukukçulara gelmişti. Ve bir Avukat, bir Baro Başkanı, neredeyse herkesin gözü önünde öldürülmüştü. Üstelik bir tarihsel miras olan ‘Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarına ateş edilmesini ve tahrip edilmesini kınamak adına basın açıklaması yaparken başından vurularak.

*  *  *

İşte ‘ilk yazı’nın öyküsü kısaca bu…

Ve ‘mutlu son’ adına, normal bir toplumun hiç yaşamadığı veya yıllar içinde yaşadığı, bizim ise birkaç gün gibi çok kısa bir süre içerisinde yaşadığımız bütün bu travmaların (ki, dikkat ederseniz Rus uçağının düşürülmesi ve bu bağlamda bizi her geçen gün bataklığa sürükleyen Suriye politikası dahil dış politikaya hiç değinmedim) ve bu travmaların toplumsal/bireysel belleğimizde yarattığı derin izlerin sona ermesi için, Türkçe’nin büyük ozanı Nazım Hikmet’in sözleriyle “güzel, güneşli günler”in ve özlediğimiz ‘ilkyaz’ın bu ülkeye gelmesini dileyerek ve umut ederek bitirelim bu öyküyü.

https://twitter.com/karadeniztime/status/671064356117979136?s=21

İLK YAZI... İLKYAZ... - Ahmet Köksal / Karadeniz Time