ahmet köksal
4 Haziran 2024 Salı
21 Kasım 2022 Pazartesi
9 Ağustos 2021 Pazartesi
28 Temmuz 2021 Çarşamba
4 Haziran 2021 Cuma
4 Şubat 2021 Perşembe
11 Kasım 2020 Çarşamba
4 Haziran 2020 Perşembe
30 Kasım 2018 Cuma
CUMHURİYET GAZETESİ’NDE YAŞANANLARA DAİR
24 yılı aşkın süredir bilfiil #Cumhuriyet Gazetesi alıyor ve okuyorum. Yaklaşık 2 yıldır da (başlangıçta destek amacıyla) BirGün Gazetesi alıyor, okuyorum. Ayrıca (bugün için kâğıt üzerinde de kalsa) Giresun CUMOK Yürütme Kurulu Koordinatörü’yüm (https://www.sondakika.com/haber/haber-cumhuriyet-gazetesi-imtiyaz-sahibi-ilhan-selcuk-un/).
Açıkçası, son yönetim değişikliği sonrası, (Mine G. Kırıkkanat yetmiyormuş gibi) başta Alev Coşkun ve Mustafa Balbay olmak üzere, Barış Doster ve Enver Aysever (ve de adını yeni duyduğum Bartu Soral) nedeniyle (zira Cumhuriyet’te görmeyi arzulamadığım bu kişiler -bana göre- Aydınlık ve/veya Sözcü’de yazmalılar), Cumhuriyet okurluğuma devam edip etmememi sorgulamaya başladım. Sonra, Aslı Aydıntaşbaş, Nuray Mert, Ahmet İnsel aklıma geldi ve ‘kişiler gelip geçici, aslolan #Cumhuriyet Gazetesi’dir’ düşüncesinden hareketle ve de kendimle çelişmemek adına (http://ahmetkoksal28.blogspot.com/2016/11/giresun-cumhuriyet-gazetesine-sahip_3.html) (https://www.giresun28haber.com/addde-biraraya-gelen-giresundaki-stklardan-tarihi-cagri.html) bugün hâlâ #Cumhuriyet okuruyum. Ve (BirGün ile birlikte) her gün #Cumhuriyet almaya da devam ediyorum.
Son birkaç gündür, (Mustafa K. Erdemol’ün tabiriyle) “iktidarlaşmış ihbarcı dil” ile “köşeyazısı değil iddianame yazan” (http://www.cumhuriyet.com.tr/m/koseyazisi/1155786/Maymuna_ustura_verilmez.html) kişi ile ilgili tartışmada, önce Aykut Küçükkaya ve Orhan Bursalı, sonrasında bugün Ali Sirmen, Mustafa K. Erdemol, Zafer Arapkirli, Özlem Yüzak’ın ‘tetikçilik’ten değil gazetecilikten, ‘linç’ten değil, hukuktan ve demokrasiden yana tavır koymaları #Cumhuriyet Gazetesi için umudumu yeşertti.
29 Ekim 2018 Pazartesi
CUMHURİYET
• demokratik
• insan haklarına dayalı
• sosyal devlet
• hukuk devleti
olması özlemi, umudu ve inadıyla
Y A Ş A S I N
C U M H U R İ Y E T
#29Ekim #29Ekim1923 #Cumhuriyet
31 Ocak 2018 Çarşamba
MUAMMER AKSOY ve UĞUR MUMCU
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı, Türk Hukuk Kurumu Başkanı, Anayasa Hukuku Profesörü #MuammerAksoy, 28 yıl önce 31 Ocak 1990’da katledilmişti. Cenazesinde fotoğrafını, 3 yıl sonra aynı karanlık el tarafından katledilecek olan öğrencisi #UğurMumcu taşımıştı. https://twitter.com/ahmetkoksal/status/958423435239215104
20 Mayıs 2017 Cumartesi
19 MAYIS...
1 9 M A Y I S
Kemal Atatürk 136
Bağımsızlık Ateşi 98
Atatürkçü Düşünce Derneği 28
y a ş ı n d a . . .
15 Mayıs 2017 Pazartesi
TBB 34. OLAĞAN GENEL KURULU...
13-14 Mayıs tarihlerinde düzenlenen Türkiye Barolar Birliği 34. Olağan Genel Kurulu için Giresun Barosu'nu temsilen Ankara idik.
http://www.giresunbarosu.org.tr/Haber/baro-baskanimiz-av-gultekin-uzunalioglu-tbb-yonetim-kurulu-uyeligine-secildi/1419/Detay
http://www.giresunbarosu.org.tr/Haber/baro-baskanimiz-av-gultekin-uzunalioglu-tbb-yonetim-kurulu-uyeligine-secildi/1419/Detay
23 Aralık 2016 Cuma
ALUCRA'DA YAŞANAN ÇİRKİN HADİSE ÜZERİNE AÇILAN DAVANIN DURUŞMASI İÇİN ŞEBİNKARAHİSAR'DA İDİK...
#Alucra'da yaşanan çirkin hadise ile ilgili Şebinkarahisar Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın ilk duruşması için Giresun Barosu olarak mağdur çocukların yanında olmak, destek sunmak adına Şebinkarahisar'daydık.
http://www.giresunbarosu.org.tr/Haber/basin-aciklamasi/1330/Detay
GİRESUN BAROSU BASIN AÇIKLAMASI
Giresun’un Alucra ilçesinde İlçe Müftülüğü’ne bağlı Alucra Erkek Yatılı Hafızlık Kuran Kursu’nda ‘öğretici’ olan öğretmeni tarafından cinsel-fiziksel istismara maruz kaldığı iddia edilen yaşları 9 ila 13 arasında değişen öğrenci ve velilerinin şikâyetleri üzerine, Alucra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma neticesinde Şebinkarahisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık H.İ.U. hakkında açılan kamu davasından Baromuzun haberdar olması üzerine, Baro Yönetim Kurulumuzun karar ve talimatı ile Baro Genel Sekreteri Av. Murat BEKTAŞ, Baromuz Çocuk Hakları Komisyonu Başkanı Av. Özge ÜSTÜN, Baromuz Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Av. Sevil GÖKSÜZOĞLU ve Baromuz Kadın Hakları Komisyonu Başkan Yardımcısı Av. Safiye Şule KARAHASAN ve Baromuz TBB Delegesi Av. Ahmet KÖKSAL’dan oluşan ekibimize yetki, görev ve vekâlet verilmek suretiyle Giresun Barosu adına anılan davaya müdahil olmak ve kurumsal olarak temsil edilmek üzere harekete geçilmiştir.
Her bir mağdur çocuk Baromuz üyesi meslektaşlarımız tarafından temsil edilmekle birlikte, konunun hassasiyeti nedeniyle davayı yakından takip etme konusunda titiz davranan Baromuz, kurumsal olarak da mağdur çocuklarımızın yanında yer almak ve her türlü hukuki desteği sunmak çaba ve gayreti içindedir. Bu hassasiyetimiz, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam edecektir ve yapılacak yargılama sonucunda işlenen suçların, caydırıcı ve emsal olması adına, gerekli ve yeterli şekilde cezalandırılacağına olan inancımız tamdır.
Somut olayın bir devlet kurumunda yaşanması da, Anayasa’nın 41/4 maddesinde devlete yüklenen yükümlülük ve sorumluluk dikkate alındığında, konunun önemini de, vahametini de artırmaktadır. Beklentimiz, bu konudaki denetimlerin sıklaştırılması, yetkin olmayan kişilerin bu tür kurumlarda görev almasının bir an önce önüne geçilmesi için gerekli önlemlerin alınmasıdır.
Yine ayrıca, fail dışında olayın gerçekleşmesinde ihmali bulunanlar hakkında da gerek idari, gerekse adli soruşturmaların titizlikle yürütülmesi ve gerekli cezaların verilmesi de adli ve idari kurumlardan beklentimizdir.
Öte yandan bu yaşanan vahim hadisede, çocukların kimlik bilgilerinin gizli tutulması, bu bilgiler ile yine mağdurlara ilişkin fotoğrafların basın-yayın organlarınca paylaşılmaması da ayrıca önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu anlamda her bir kişi ve kurum, bu bilinçle hareket ederek ikinci bir mağduriyetin yaşanmasının önüne geçmelidir. Zira aslolan ve öncelik, çocuğun üstün menfaatidir.
GİRESUN BAROSU olarak, kamu vicdanı adına bu konudaki gelişmeleri yakından takip ettiğimizi, Çocuk Hakları Komisyonu Başkanımız Av. Özge ÜSTÜN’ün duruşmalara kabul edildiğini, 10.02.2017 gününe ertelenen duruşmayı takip edeceğimizi, çocukların daha iyi yaşam şartlarına, daha iyi bir geleceğe sahip olmaları için üzerimize düşeni yapacağımızı duyururuz.
23.12.2016
3 Kasım 2016 Perşembe
GİRESUN, CUMHURİYET GAZETESİ'NE SAHİP ÇIKTI...
Giresun CUMOK
(01.11.2016 - Kanal 28)
(01.11.2016 - Giresun 28 Haber)
27 Aralık 2015 Pazar
YEŞİL YOL - Ahmet Köksal | Karadeniz Time
Mahçeme nedur?
Mahçeme bizik!
Halk var halk;
devlet yok halk!
Kimdur devlet yav; devlet
bizum sayemuzda devlettur.
(Rabia ÖZCAN)
İyi
oyuncu olmasına karşın öteden beri gıcık olduğum, Holivud’un ‘uslu çocuğu’, bol
Oskarlı Tom Henks’in, 1999 yapımı ‘Dı Grîn Mayl’ filminde canlandırdığı,
böbrek taşı nedeniyle -kendi sözleriyle- ‘su tesisatında sorun yaşayan’ Pol Ekomb
karakterinin ‘Soğuk Dağ’da müdürlüğünü yaptığı E-Blok’ta bulunan, idam mahkûmlarının
infaz öncesinde yürüyerek geçmek zorunda kaldığı yeşil renkli zemine sahip
koridorda, nam-ı diğer filme de adını veren ‘Yeşil Yol’da, Arlen Bitırbak’ın infazı öncesinde yapılan ‘prova’
sırasında “idam yolunu yürüyorum; yeşil
yolda yürüyorum” diyordu ‘figüran’ mahkûm.
Ve
idama - ölüme giden o ‘Yeşil Yol’dan,
önyargı nedeniyle baştan suçlu kabul edilip etraflıca araştırmaya tâbi
tutulmayan bir adlî olay nedeniyle ölüm cezasına mahkûm edilen “kahve gibi ama
yazılışı farklı” Con Kofi’nin de ölüme yürüyüşüne tanık oluyorduk filmin
sonunda.
Ve
tabii, filmin başında Con Kofi’ye eşlik ederken “ölü adam” diye bağırarak kötü
adam olduğunu baştan belli eden, valinin eşinin yeğeni olması nedeni ile bu işe
alındığını öğrendiğimiz Pörsi Vidmor’un psikopatlıkları, bir başka idam mahkûmu
Edvar Delakıroy ile hapishanenin ‘tutuksuz’ faresi Bay Cingıls arasındaki
sevgi, Con Kofi’nin Bay Cingıls’a yeniden can vermesi, Con Kofi’nin mahkûm
olduğu suçun asıl faili olan Vahşi Bil’in belasını Pörsi’den bulması da,
belleklerimizdeki yerini alıyordu.
Aldığı
Oskar ödülleri dışında eleştirmenlerden de olumlu övgü almış, ülkemizde de beğeni
toplamış bu filmin üzerinden 16 yıl geçtikten sonra bir başka ‘Yeşil Yol’, ülke gündemine girdi bir
anda. Aslında konuyu takip edenler, daha öncesinden bu ‘Yeşil Yol’un pek de
‘yeşil’ olmadığını dile getirseler de, DOKAP’ın bu projesine karşı seslerini
duyuramamışlardı. Ama kimsenin yapamadığını, yukarıdaki sözlerin de sahibi olan
Rizeli Rabia Özcan yaptı ve aslında ‘yeşil’
olmayan ‘Yeşil Yol’, ülke gündemine oturdu; yaygın basın organlarının
dikkatini çekmeyi başardı. Bu kez
‘izleyici’ değil, ‘oyuncu’ olmak isteyenlerin, ‘idama, ölüme gitmek istemeyenlerin’ sesi oldu Rabia Özcan.
‘Dinsel
anlam yükleme’, ‘Amerikan Dolarının rengi olma’ ve ‘derin devletin kirli
ellerinden birinin kod adı olma’ dışında bir anlam yüklenmeyen, değer
atfedilmeyen, bu kez de (gerçek anlamına ihanet ettirilircesine) bir
anlamsızlığın, bir çelişkinin rengi yapılmaya çalışılan ‘Yeşil’, asıl anlamını buldu 2015 Temmuz’unda Rabia Özcan ve
arkadaşlarının yüreğinde, sesinde, eyleminde; yaylalara el değmesin, sadece yel
değsin diye… #YeşilYolaDurDe
ANA FİKİR :
Yeşil
Yol filmi Türkiye’de çekilmiş olabilir.
ANA FİKRİN ANA FİKRİ :
Kahrolsun
ki ‘Pörsi’ler, ‘Vahşi Bil’ler, Yaşasın ‘Bay Cingıls’lar, ‘Con Kofi’ler…
ANNEMİN FİKRİ :
“Artık
torun sevmek istiyorum oğlum”
15 Aralık 2015 Salı
ERDAL EREN - Ahmet Köksal | Karadeniz Time
Tam 35 yıl önceydi… 12 Eylül askeri cuntasının,
“….kendi kendini kontrol edemeyen
demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak….”(!) amacıyla “yönetime
el koymak zorunda kalmasının”(!) ve “….vatan
ve milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi -bu arada hayatımızı dahi-
seve seve feda etmeye hazırız….”(!) demesinin üzerinden henüz doksaniki gün
geçmişti ve aralık ayının onüçüncü günüydü.
*
* *
O zaman ayırdında değildim ama ben
ilkokul ikinci sınıfta iken asılmıştı Erdal
Eren.
Tam zamanını anımsayamamakla birlikte,
bu tarihten yaklaşık üç yıl sonra, ben yine ilkokulda iken, artık cumhurbaşkanı
olmuş olan cunta liderini karşılamak için, o tarihteki Valilik binasına giden
yol üzerine dizmişti milli eğitim sistemi bizi.
Elimizde bayraklar, üzerimizde kara
önlükler ile toplanmış ve karşılamıştık soğuk ve yağmur çiseleyen bir havada, Erdal Eren’in asıldığını bilmeden, Erdal Eren’in ölüm cezasını onaylayan
kurulun başkanını, Erdal Eren’in
memleketi Giresun’da.
*
* *
20 yıl sonra ve ben artık ilkokulda
değilken, bir 12 Eylül daha yaşadı ülkem; 21.787.610
kişi yüzünden. Sonraki yıl ise Gezi’nin
çocukları öldürülürken, bu kez ayırdında idim her şeyin.
* * *
Tam 35 yıl önceydi. Aralık ayının
onüçüncü günüydü. Erdal Eren’i astılar
ben ilkokuldayken.
*
* *
NOT
:
Erdal
Eren’in ‘17 yaşında ve yaşı büyütülerek’
ölüm cezasına çarptırıldığı bilinir ve söylenir ki, bu doğru değildir.
Bu ‘doğru’ bilinen ‘yanlış’, temyiz
dilekçesinde ileri sürülen bir temyiz sebebinden kaynaklanmaktadır. O da şudur:
“Her ne kadar nüfus kayıtlarında Erdal Eren’in doğum tarihi 25 Eylül
1961 gözüküyor ise de, gerçek yaşı daha küçüktür; nüfusta büyük yazılmıştır. Bu
nedenle kemik testi yapılarak, olay tarihinde 18 yaşından büyük/küçük olup
olmadığı tespit edilmelidir.”
Bu temyiz sebebi, nüfus kayıtlarında
ihtilaflı bir durum olmadığından bahisle temyiz mahkemesi tarafından
reddedilmiştir.
Ancak bu, kararın hukuki değil siyasi bir karar olduğu gerçeğini değiştirmez.
Çünkü olayda öldürülen Zekeriya Önge bir askerdir ve bir kurban/rövanş
alınmalıdır (ki, kaderin bir cilvesidir, Zekeriya
Önge de Erdal Eren’in komşu kasabadan hemşehrisidir).
O nedenle, yargılama alelacele
bitirilmiş ve Erdal Eren’in
bulunduğu ve ateş ettiği konum ile Zekeriya Önge’nin vücuduna giren kurşunun
giriş ve çıkış delikleri arasındaki açı göz önüne alındığında fizik
kurallarına aykırı bir kabul ile (ve diğer birçok hukuksuzlukla) Erdal Eren mahkum edilmiştir. Hem de
ölüm cezasıyla…
Ve son olarak Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan,
Hüseyin İnan’ın, yine başka
ölümlerin rövanşı olarak idam edilmesinden bu yana, TBMM tarafından
onaylanmayan ölüm cezaları, 12 Eylül darbesi sonrasında ülkeyi iki yıl süreyle
yönetecek olan Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanacaktır.
Son olarak belirtmek gerekir ki, Erdal Eren’in yaşının büyütülmediği
gerçeği, saygı öztürk’ün sözcü gazetesi’nde yazdığı gibi, cunta liderinin (bu
da dahil) günahlarını aklamak adına yeni keşfedilmiş bir bilgi gibi sunulmamalı
kamuoyuna (http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/saygi-ozturk/evren-bu-zalimligi-yapti-mi-829479/).
Şu linkten anlaşılacağı üzere, Erdal
Eren’in ağabeyi Erkan Eren, daha önce dile getirmiştir bu durumu: https://www.youtube.com/watch?v=qzmd5Nk66ww&feature=youtu.be&t=4m3s
6 Aralık 2015 Pazar
HOLİVUD'DAN VELİEFENDİ'YE - Ahmet Köksal | Karadeniz Time
Coğan Kıraford’un
Viyena karakteriyle başrolünde olduğu, toprak ve hayvan sahiplerinin
demiryoluna direnişini (diğer filmlerin aksine) kadın karakterlerin iktidar
mücadelesinde anlatan, 50’li yıllara göre oldukça ilerici sayılabilecek bir film Coni Gitar.
Filmin baş erkek
oyuncusu ise, filme adını veren karakteri canlandıran Störling Heydın. Hani Dı
Gadvadır filminde Maykıl Karliğon’un kafede öldürdüğü rüşvetçi ve gıcık polis
şefi var ya, işte o.
Sırtındaki
çapraz biçimde yerleştirilmiş gitarıyla bir kovboyun, bir patlama ve ardından gerçekleşen
araba soygununa denk gelmesiyle başlıyor film. Ve sırtındaki çapraz biçimde
yerleştirilmiş gitarından da anlıyoruz ki, filmin esas oğlanı olan, filme adını
veren Coni Gitar bu (ya da sonradan
öğrendiğimiz ve sadece Viyena’nın bildiği gerçek adıyla silahşor Coni Logın).
Ve ayrıca Viyena
ile beş yıldır görüşmeyen eski yâr Coni. Bu beş yıl içinde Viyena da boş
durmamış ve “eski yâr şöyle dursun, can
kurban yeni yâre” dizeleriyle yıllar sonra İbrâm Dadlıses’in dikkat
buyurduğu gibi Coni Gitar’ın filmin başlangıç sahnesinde tanık olduğu soygunu
gerçekleştiren Sıkad Bıredi’nin canlandırdığı Dı Densın Kid ile bir ilişki
yaşamıştır anladığımız kadarıyla.
Dı Densın Kid’e
abayı yakan ve fakat karşılık bulamayan, Viyena’nın sadece aşkta değil iktidar
mücadelesinde de rakibi olan diğer kadın ise, filmin kötü karakteri Emma’dır.
Viyena ile
Emma’nın düellosu sonrasında, film ile aynı adı taşıyan ve filmin gösteriminden
sonra meşhur olan şarkı eşliğinde, eski(memiş) âşıklar Coni ve düelloyu kazanan
Viyena’nın öpüşmesi ile son bulur film.
Kid’i merak
edenler için ise, düelloda Emma tarafından kolundan vurulan karşılıksız aşkı
Viyena’yı merak edip ona doğru koşmasının bedelini, platonik âşık Emma
tarafından alnının tam ortasından vurulması ile ödediğini belirtmemiz gerek.
• • •
Bu filmi anımsatmamın
nedeni; aynı adla bir İngiliz atı vardı Türkiye’de; daha doğrusu bir ‘n’ harfi
eksik. İngiliz safkan… 90’lı yıllarda pek de popülerdi. Büyük yarışlar
kazanmıştı Coni Gitar.
Bir de Bold Paylıt vardı. Yine bir İngiliz
atı. Gazi Koşusu’ndaki rekoru hâlâ kırılamamış şampiyon at.
İlk Beretta’yı geçerek fark ettirdi
kendini… Ve görkemli yarış yaşamına başladı.
Genelde son
düzlükte ve dış kulvardan yaptığı atakları ile meşhur olsa da, son ana kadar
başa baş götürdüğü ve burun farkıyla kazandığı Uluslararası (o zamanki söyleyişle Enternasyonel)
Boğaziçi Koşusu’nda, Alman Galte’yi
geride bırakarak, hem bir zafere daha imza atmıştı, hem de ulusal övünç
kaynağımız olmuştu 90’lı yıllarda.
Ve tabii
unutulmaz şampiyon Yavuzhan.
Kazanmayı severdi. Aynada da olsa, kolunu-bacağını, toynağını, burnunu uzatarak
da olsa hep kazanırdı Yavuzhan. Arap atları arasında hâlâ bir efsanedir
sanırım; uzunca bir zamandır pek takip etmesem de.
• • •
Böyle şampiyon atları
anımsayınca bir de gönüllerin şampiyonu
Cihan geliyor insanın aklına; ‘cihan
lideri’ni sırtından atan.
29 Kasım 2015 Pazar
İLK YAZI... İLKYAZ... - Ahmet Köksal | Karadeniz Time
Oysa
“garadeniz taym ne ya” başlığıyla
mizahi bir yazı yazmayı düşünüyordum ilk önce; kendimizi eleştirmeyi öğrenme ve
de ‘sansürle imtihanı’ sorgulama adına.
Yine,
Türkçe’nin -bugün için çoklukla İngilizce olmak üzere- diğer dillerin saldırısı
altında olmasına, öztürkçe tartışmalarına ve diğer ilgili konu başlıklarına girecektim
belki de o yazıda. Ve sonra, hâlâ benim için de tartışmalı olan, asıl olan dil
midir, yoksa iletişim kurmak mıdır; daha açık ifadeyle dil, yazım ve diğer kuralları
ile asıl işlevi olan iletişim kurmanın önüne geçiyor mu, geçebilir mi konusuna…
Ama
olmadı; bunların hiçbirisini yazamadım, yazamayacağım.
Daha
doğrusu yazmama izin vermedi yaşadığımız bu topraklarda birkaç gündür devam
edegelen iklim.
* * *
Önce,
benim de yirmi yıldır okuru olduğum Cumhuriyet
Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can
Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem
Gül, gerçek bir demokraside/hukuk devletinde ‘basın özgürlüğü’ kapsamında
görülecek bir haber yüzünden tutuklandılar.
Bunun
üzerine, ‘basın’ın işlevinden, halkın
‘haber alma özgürlüğü’nden, asıl
özgürlüğü kısıtlananın halk olduğundan söz eden bir yazı tasarlamıştım kafamda.
Ve
‘basın’ın, günümüz demokrasilerinde ‘yasama’, ‘yürütme’ ve ‘yargı’nın
dışında ‘dördüncü güç’ olarak
anıldığını ve kabul edildiğini vurgulayacaktım o yazıda. Tıpkı diğer
güçlerin/organların, değişik yöntemler ile (gensoru,
meclis araştırması, anayasal ve idari yargı vs.) birbirini denetlemesi gibi
basının da bu üç kuvveti halk adına, kamuoyu adına denetleyerek bir dördüncü
güç olarak yer aldığını belirtecektim ayrıca.
Ve
hatta konuyu bölgeye bağlamak adına, bu süreçte öğrendiğim, Erdem Gül’ün
Giresunlu olduğunu ve annesinin tüm ülkede vicdan sahibi insanların yüreğini
titreten “Ben çocuklarımı fındık
toplayarak büyüttüm.” sözünü ve bu sözün ardındaki idealist babanın öyküsünü
anlatacaktım sizlere.
Ama
bu da olmadı, olamadı.
* * *
Bu
yazının kaleme alındığı gün olan 28 Kasım Cumartesi günü, saat henüz öğlen
onikiyi göstermemişti ki, Twitter’da önce, Diyarbakır’da saldırı olduğu,
yaralıların bulunduğu haberlerini okudum.
Dakikalar
sonra sırasıyla; saldırının, Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Tahir Elçi’nin
basın açıklaması sırasında gerçekleştirildiği, bir kişinin öldüğü, haber olarak
geçiyordu sosyal medyada.
Ve
yine dakikalar sonra, öldürülen kişinin Tahir Elçi olduğu haberi geçmiş ve ardından
haber kesinleşmişti.
Erdem
Gül ve Can Dündar olayında tanık olduğumuz üzere hukuk katledilmişti. Ve gördük
ki, katledilme sırası hukukçulara gelmişti. Ve bir Avukat, bir Baro Başkanı,
neredeyse herkesin gözü önünde öldürülmüştü. Üstelik bir tarihsel miras olan ‘Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarına ateş edilmesini ve tahrip
edilmesini kınamak adına basın açıklaması yaparken başından vurularak.
* * *
İşte
‘ilk yazı’nın öyküsü kısaca bu…
https://twitter.com/karadeniztime/status/671064356117979136?s=21
İLK YAZI... İLKYAZ... - Ahmet Köksal / Karadeniz Time
8 Ocak 2015 Perşembe
JE SUIS CHARLIE HEBDO (Ben Şarli Ebdo'yum)
YEDİ OCAK
20:40
20:44
Mizah, zekâ ürünüdür. Ve ancak zeki insanlar mizah üretebilir. Zeki olmayanlar ise, şiddete başvurur.
20:49
Dogmatik düşünceyi aşan toplumlar, mizahın, dolayısıyla zekânın önündeki engelleri, uzun zaman önce ve büyük bedeller ödeyerek kaldırmışlar ve her anlamda ileri gitmişlerdir.
21:05
Uygarlık tarihi bize şunu göstermiştir; özgürlükler kolay kazanılmadı ki, kolayca yok edilebilsinler.
21:21
2 Temmuz 1993'te Sivas'ta yazar, çizer, şair yakan dogmatik zihniyet, 5 Ocak 2015'te Paris'te yazar, çizer öldürüyor...
22:26
'islamofobi'ye karşı avrupa'da onbinlerce hristiyan yürümüşken, kaç müslüman diğer dinlere/mezheplere dönük baskı için yürümüştür? [bu işler kendilerine dokunmadığı sürece tabii]
SEKİZ OCAK
01:37
11:44
Fanatizm, fanatizmi beslemeye devam ediyor. [Paris'in batısında LeMans'ta bir camiye el bombası atıldığı iddia ediliyor]
12:20
Bugünlerde Turan Dursun'u da anmakta, anımsamakta yarar var. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kuruluşuna da katkı sunan Turan Dursun, 4 Eylül 1990'da, islamcı fanatiklerce katledilmişti.
13:05
• Charlie Hebdo'da yapılan katliam, "düşünce ve ifade özgürlüğü"ne, "basın özgürlüğü"ne, dolayısıyla tüm insanlığa, uygarlığa, insanî değerlere yapılan bir saldırıdır.
- Ama onlar İslâm'a ve islâmî değerlere hakaret etmişlerdi.
• "Onlar" dediğin, sadece islâmî fanatizmi, tabuyu değil, aynı zamanda -ve daha da aşırı bir biçimde- hristiyan fanatizmini, yahudi fanatizmini de eleştirmişlerdi. Ve hatta sadece din ekseninde değil, ırkçılık dahil her türlü fanatizmin, tabunun üzerine cesurca gitmişlerdi. Ama ne hikmettir ki, ne hristiyan, ne yahudi, ne de diğer fanatik ve yobazlardan, "onlar"a karşı yapılmış bir saldırı var. En fazla, sözlü protestolar ve Katolik Kilisesi'nin açtığı (ve kaybettiği söylenen) davalar... Bu biraz TUHAF ve SORGULANMASI GEREKEN bir durum değil mi?
- Ama ama onlar, zaten hak din değil ki. Hepsi kâfir ya da müşrik. Zaten kitapları da bozulmuş. O yüzden onlar için önemli değil böyle şeyler.
• Her din ve o dine mensup her kişi için, diğer dinler ve mensupları, ya tamamen ya da kısmen "yanlış". O zaman her din mensubu, bu "yanlışlıkları" "düzeltmek", "kâfirleri" "dize getirmek" için terör aracılığıyla cihat ilan etsin.
- Ama ama ama ..!#?/!¤¿¡~!!!
13:47
Yalaka ve yandaş medya, katliamı "islamofobi" eksenine taşıyarak, terörizmi, teröristi ve referanslarını, AKlamayı başaracak neredeyse..!
1 Mayıs 2014 Perşembe
23 Nisan 2014 Çarşamba
BUGÜN 23 NİSAN... NEŞE DOLMUYOR İNSAN...
Bugün 23 Nisan.
Ulusal Egemenlik Bayramı.
Ulus, egemenliğini, Anayasa'nın 6. maddesinin ikinci fıkrasına göre "yetkili organlar eliyle" kullanır. Bu kullanım da, sınırsız olmayıp, Toplumsal Sözleşme olan "Anayasanın koyduğu esaslara göre" gerçekleşmelidir.
Bilindiği üzere, Montesquieu'nun "Yasaların Ruhu" adlı yapıtıyla Anayasa Hukukuna girmiş olan ve tüm parlamenter demokrasilerde geçerliliği bulunan"Güçler Ayrılığı" ilkesi doğrultusunda bu egemenlik, "YASAMA", "YÜRÜTME", "YARGI" eliyle kullanılır.
Yasama ve Yargı'nın -bugün itibariyle- Yürütme'nin ve hatta daha ötesinde Başbakan'ın boyunduruğu altında olduğu gerçeği karşısında, "Ulusal Egemenlik" kavramının anlamsızlaştığı bir süreç içerisinde iken, Ulusal Egemenlik Bayramı kutlamak, ironik bir durum aslında.
***
Bugün 23 Nisan.
Çocuk Bayramı.
- Çocuk İşçiliğinde
- Çocuk Taciz ve Tecavüzlerinde
- Çocuk Gelinlerde
üst sıraları zorlayan, en son Berkin Elvan ile yaşadığımız devlet görevlisi eliyle çocuk öldürülmesinin sıkça yaşandığı ve bugün Çocuk Bayramı'nda "çocukların gözaltına alındığı" bir ülkede Çocuk Bayramı kutlamak da, tıpkı diğer bayram kutlaması gibi, aynı derecede ironik.
***
Bugün 23 Nisan.
Ata'mızdan armağan.
Yine de neşe dolmuyor insan...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)